Batan güneşin son ışıklan, mabedin vitraylı pencerelerinden süzülerek, taş zeminde solan ışık havuzlan oluşturuyordu. Bunun dışındaki tek ışık, sunağın üzerinde duran küçük bir ocaktan geliyordu. Hogsmade'nın En Yüce Büyücüsü, hava iyice kararıp, yaşlı gözleri seçemez hale gele dek işiyle uğraşmaya devam etti. Sonunda, zorunlu kesintiden rahatsızlık duyarak tılsımı bir süreliğine kenara koydu ve devam etmesine yetecek kadar mum yaktı.
Mumların sıcak ışıltısı sunağı aydınlattı, ancak mabedin geri kalanı hala gölgeler içindeydi. Ahşap sunak artık kutsal semboller ve törenler için bir yer olmaktan çıkmış, bir atölye masasına dönüşmüştü. Üzeri ince metal işlemesi için gerekli aletlerle doluydu: küçük çekiçler, pürüzsüz yüzeyli bir mücevherci örsü, maşalar ve kalıp için balmumu. Beyaz saçlı büyücü son mumu da yakıp yine tılsımın başına döndü. Tılsım Karanlık efendiyeydi. Tamamlanmak için ısrar eden hüzünlü çağrısı, büyücünün kafasının içinde yankılanıyordu.
Yaşlı büyücü dikkatle son motifi işledi. Alnındakii teri sildi ve emeğinin ürününe baktı. Yapması gereken bir şey daha kalmıştı.,Karanlık efendinin uşaklarından biri, büyücünün mabedin kapılarını iki yana savurarak çıktığını duymuştu.Uşak, yaşlı adamın adımlarına yetişmeye çalışarak sordu. "Şimdi ne olacak,Efendim?"
"Bir at," dedi Tılsım Ustası Büyücü kısaca, adama bakmaya bile gerek duymadan.Genç adam, sessizce büyücünün isteğini yerine getirmek üzere uzaklaştı.